Bu yazıyı yazalı 1 sene geçti. Hayatımın en hızlı geçen senesiydi sanırım. Elf prensesi kızım Elora 1 yaşına girdi bile. DIY queen eşim Hesionka sayesinde süper güzel ve farklı bir doğum günü geçirdik. Doğum günü teması olarak korsan konseptini seçmiştik. Daha detaylı anlatımı ve fotoğrafları Hesionka'nın blogunda bulabilirsiniz, yakında koyar:) İşte birkaç teaser.
Gerçekten çok güzel bir fikir olduğu için ve zaman zaman aklıma takılan bir konu olduğu için paylaşmak istedim. Günümüzdeki bazı mekanlar, 2. Dünya savaşında nasıldı?Neler değişti?Orada neler yaşandı?1. ve 2. Dünya savaşı konusundaki her türlü fotoğraf beni inanılmaz etkiliyor, milyonlarca ölen insan, anlamsız kavgalar, yaşanan onca acı.
Joe Teeuwisse adlı fotoğrafçı, benimle aynı düşünüyor olsa gerek, olayı bir adım daha öteye götürerek, 2. Dünya savaşı sırasında çekilmiş bazı fotoğrafları, aynı mekana giderek aynı açıdan tekrar çekmiş ve eski ile yeniyi birleştirmiş. Geçmişten gelen hayaletlerin ziyareti gibi olmuş.
Aşağıdaki fotoğrafa tıklayarak galeriyi ziyaret edebilirsiniz.
Ya şimdi farkettim, Finlandiya'ya gideli 1 sene olmuş!İlk defa ve çok hevesli gittiğim bir ülke olmasına rağmen, bir türlü blogda yazma fırsatım olmadı. Neyse 1 sene de olsa, her şeyi unutmadan yaziyim dedim.
Finlandiya'da çalıştığım şirketin sektörü ile ilgili fuar olduğunu duyar duymaz hemen yola koyuldum. Fuar Jyväskylä adlı küçük bir şehirde yapılıyordu. Facebook'dan hemen 1998, 2000 ve 2001 yıllarında gittiğim Lions kültür değişim programı kamplarında tanıştığım Finlandiya'lı arkadaşlarıma tek tek mesaj attım. Bu onlarladan herhangi biri ile görüşmek için çok iyi bir fırsattı. İnanılmaz bir şekilde, küçük bir şehir olmasına rağmen 1996'da tanıştığım bir arkadaşım bu şehirde yaşıyor çıktı:)
Neyse önce Helsinki'ye oradan da yerel bir havayolu ile Jyväskylä'ya geçtim. Şehir çok sevimli ve küçük. Ama spor bakımından yapılacak çok şey var. Dağcılık, trekking, su sporları, çim kayağı vs vs.
Fuar tahmin ettiğim gibi küçüktü. Fuarla olan işim bitince de yıllar sonra arkadaşım Anne ile buluştum ve onun sayesinde bu küçük şehri ve Finlandiya'yı daha iyi tanıma fırsatım oldu.
Şehir inanılmaz derecede sakin. Sabah göl kenarındaki otelimde uyandığımda kendimi hayatımda hiç olmadığı kadar enerjik ve dinlenmiş hissettim. Oksijen oranı yüksek, hava kirliliği hiç yok. Arabadan çok bisiklet var. İlk sabah uyandığımda şöyle bir kafamı pencereden çıkarttım. Ne şehir sesi var ne başka bir ses. Kuşlar bile ötmeden sessiz sedasız uçuyorlar. Arada bir geçen bisiklet sesi de olmasa neredeyse tamamen sessizdi.
Hemen fotoğraflara geçiyim. Önce otelimin çevresi ve manzarası ile ilgili fotoğraflar. Karşıdaki köprü tam otelimin yanındaydı ve köprünün karşısında ise bir üniversite vardı. Ne şanslı öğrenciler düşünün.
Yemek fotoğrafı olmadan olmaz:):P
Köprüyü geçince tam karşı kıyıda gölün etrafını dolanan bir yürüyüş yolu vardı. Bu yolda yaklaşık 2 saat dolandım. Ağaçların altında gezdiğiniz bir patika, bir tarafınızda orman bir tarafınızda ise göl gerçekten çok huzur vericiydi.
Bu şirinler mantarlarından etrafta sıkça görebiliyorsunuz. Zehirliymiş bu arada.
Universiteye bisikletle gelen öğrenciler bisikletleri hemen binanın dışında çimenlere bırakıyor.
Patika yoldan bir kare
Öğlene doğru arkadaşımla buluşup şehri gezdik. Bir kitapçıda Hobbit'in Fince versiyonunu gördüm, kapağı çok sevimli yapmışlar:)
Şehirde bulunan yüksek bir kuleden tüm şehri görebiliyorsunuz.
Yemekler yemekler:D
İşte arkadaşım Anne:D
2. günün akşamında Anne'in yakın bir arkadaşı ile buluştuk. Beni Aborjin müziğine gönül vermiş bir grubu dinlemeye götüreceklerini söylediler. Daha o noktadan "Aha Cenk, anlatacak hikaye çıkıyor dedim" Kendileri de pek farkında değildi ama bu konserin verileceği yer, kiliseden bozma bir binaydı. Bu binada çeşitli sanat etkinlikleri yapılıyor. İçerisi aydınlatılmış ama bildiğiniz kilise sıralarının olduğu bir bina. Duvarlar çeşitli inanışlara göre çizimler ve kim olduğunu anlamadığım siyah beyaz fotoğrafları olan amcalarla doluydu. İçeriye eve girer gibi ayakkabınızı çıkartıp giriyorsunuz.
Konseri veren elemanlardan birinin beyaz çoraplarını görünce dakika bir diyerek gülmemi zor bastırdım. Lore sen nasıl bir ortama geldin, bu neyin kafası derken müzik başladı. Önceleri ilginç ve güzel gelse de, daha sonra çalanların ve müziği izleyenlerden bazılarının garip trans halleri nedeniyle yine gülmemi zor bastırdım. Yarım saat sonra müzik kesilip, şimdi çaldığımız müziği içinizde sindirin, 5 dakika sessizlik diyince şimdi sıçtık dedim. Ensemden terler akmaya başladı, arkadaşımı yan gözle süzdüğümde onun da aynı durumda olduğunu gördüm. Gittikçe suratım kızarmaya ve ısınmaya başladı, kahkaha atmamak için kendimi zor tutarken bir anda gruptan biri, Voouyyiiioooooo ooooooviyy diye vokala başlayınca kendimi ayakkabı bağlıyor numarası ile yere zor attım. Bir de bir teyze elinde tef gibi bir şeyle etrafta dolaşıp bizi kutsuyor gibi hareketler yapınca tamam artık ölüyorum dayanamıyacağım bu kadar kendimi tutmaya dedim. Neyseki daha uzun sürmedi ve 5 dakika sonra konser bitti.
Zaten konserin tanıtım afişine baksanıza bu ne abi, neyin kafası bu cidden, yılan mı ne bu, ot mu içiyor ne yapıyor:D
Buradan sonra yerel bir grubun çaldığı bir bara gittik. Dillerini anlamasam da şarkılar güzel geldi.
İçeri girerken şöyle bir damga basıyorlar
Müziği bir kafanızda canlandırmaya çalışın...Şimdi o anda kaydettiğimi dinleyin, bakalım düşündüğünüze benziyor mu?
Kısa Finlandiya seyahatim böyle geçti. Gerçekten çok huzurlu bir ülke. Ama bizim gibi stres ile beslenen bünyeler için biraz fazla mı sakin ne demekten kendimi alamadım. Hava yağmurlu olduğu için fotoğraflar pek güzel çıkmadı, idare artık:)
Ya blog olayından iyice koptuk, diyerek son dönemin meşhur blog yazı başlangıç cümlesi ile olaya giriyorum. Uzunn süredir neler yapıyorum biraz güncelleme yaziyim dedim.
Doğal olarak ve ne güzel ki boş zamanlarımın çoğu minik elf prensesi kızım Elora ile ilgilenmekle geçiyor:) Arada o uyurken doğan boşluklara film, Zbrush çalışma, dizi izleme, oyun oynama gibi attraksiyonlar sıkıştırıyorum. Her Cumartesi Pazar, Eloram sayesinde sabah 7-7:30 da uyanıyorum. Sabahları annesi hafta içinin yorgunluğunu bir nebze atarken biz de salonda oynuyoruz. Daha doğrusu Elora oynuyor ben bir ayağım rüya aleminde, başka boyutlarda gezerken bir ayağım da gerçek dünyada tutunmaya çalışıyorum:) İşte böyle bir sabahda bana "Uyuyor musun?" bakışı ile bakan Eloram:)
Oyun olarak bu ara Guild Wars 2 oynuyorum ve tek cümleyle "I am loving it!!"Çok vakit olmadığı için casual olarak takılıyorum, ama böylesi daha zevkli geliyor. Aylık bir ödeme de olmadığı için rahat rahat takılıyorum. Ama oyun çok çok güzel. Yıllar sonra Wow sonrası hüsrana uğratmayan bir MMORPG oynadım ve oynuyorum. Wow çok üzdü beni, Pandaren olayına asla alışamayacağım. Zaten aylık para vermek de çok saçma geliyor artık. İşte GW2 deki karakterim. Tabiki de Human Warrior Loreathan:D
Oyundaki mekanlar mükemmel, haritalar kocaman!
Neyse oyuna daha sonra detaylı değinirim, ama cidden grafikler ve oynanış mükemmel, bedava da, daha ne olsun:)
Diablo çok hayalkırıklığı oldu be:( Çabucak tükeniverdi. Hiç açmıyorum bile. Bu ara bir de zorluğuyla meşhur "Dark Souls-Prepare to die edition" oyununu kurdum. Malesef konsoldan şıftırtma olduğu içim ve Japonlar bu konuda çok başarısız olduğundan(evet başarısız oldukları bir konu var) bir kaç denemeden sonra zaten zor olan oyunda kontrollerden kafayı yiyip, daha ilk leveldaki iskeletler ağzımı burnumu kırıp kenara atınca, Fuck this shit man!, diyerek oynamayı bıraktım. Bir sürü oyundan bahsettim ama oynadığım günler ve saatler sayılıdır.
Uzun süredir bir başka uğraşım da Zbrush. Çok zevkli ve yaratıcılığı teknik zorluklarla sınırlamayan bir digital sculpting programı. Duymuşsunuzdur da zaten.
Ben Zbrush dışında, her yapılan update ile bu kadar devrimsel kolaylıklar getiren başka program bilmiyorum. Aslında yüzeyde kolay olsa da, çok fazla detay ve parametresi, bulunan bir program. Ama temelde kullanıcı dostu ve çok zevkli. Şu ana kadar üzerinde çalışabildiğim ancak 3 model var. İlki bir dragon 2. olarak da Nosferatunun biraz daha genç halini yaptım. Bir kaç haftadır da, bir başka yaratık modeli üzerinde çalışıyorum. Renderin ve materiallar üzerinde denemelerim devam ettiği için sadece teaser halini göstereyim.
Her neyse, eve gelip de biraz da olsun 3D yapmassam suçluluk hissediyorum. Madem geliştirmek istiyorum, mutlaka her gün zaman ayırmalıyım düşüncesindeyim. Bazen oyun daha tatlı gelse de bu böyle.
Yurt dışı seyahatlerim devam ediyor. En son yine İtalya'ya gittim. Uçak yolculuğunun en sevdiğim yanı, uyumak, veya da yeni çıkan ama kaçırdığım filmleri izleyebilmek. Son 2 yolculuğumda, Snow White and the Huntsman(güzel bence beğendim), Prometheus(iğrendim, hayalkırıklığım tavan yaptı), Dictator(koptum:), Justice League Doom(yarısını izledim bayağı güzeldi) filmlerini izledim.
Hesi ile Eloram ananede kaldıklarında bana kalan boş zamanlarda ise Gantz ve Gantz A Perfect Answer filmlerini izledim. Zaten Mangası ve animesi süper olan Gantz'ı, live actiona da güzel uyarlamışlar. Özellikle ilk film çok başarılı. Gantz sevenlere tavsiye ederim.
İtalya seyahatinden bir kare. Fotoğraf makinemi götürmediğim için iphone ile idare ettim.
Evde ise Hesionka ile dizi olarak öncelikle Dexter yeni sezon!!! ve yeni keşfettiğimiz "İşler Güçler"i izliyorum. Ya işler güçleri geç keşfettik ama nasıl bayıldık anlatamam. Çok kaliteli espriler var, umarım yayın hayatı uzun sürer.
Hesime dövme seti aldık, çoktan duymusunuzdur. Ben de bir cesaret ona bir adet yıldız dövmesi yaptım :) Yalnız arkadaş, cidden zor işmiş. Hem canını yakmamak için dikkat ederken, bir yandan da yaptığım şeyin düzgün olması için ter döktüm. Neyse yüzümüzün akıyla çıktık. Ama o kadar hoşuma gitti ki. Bu konuda da kendimi geliştireceğim sanırım:)
Neyse şimdilik bu kadar. Bakalım bir sonraki yazım ne zaman olacak. Bu arada kafamda, kısa kısa film olarak çekmek istediğim bir kaç sahne var:)Vakit kalırsa bir kaç arkadaş onu yapmak istiyorum. İstediğim gibi olursa çok eğleneceğiz:)
Bugün Hesionka ile, 3. ve sanırım en yoğun gününü yaşayan Gamex 2012 oyun fuarına gittik. Memlekette böyle organizasyonları nadir gördüğümüzden, kaçırmak istemedik. Gerçi fuar alanına vardığımızda karşımıza çıkan kuyruk, her ne kadar fuara ilgi olmasından dolayı sevindirse de, direkt içeri dalacağımızı düşünürken biraz moralimizi bozdu. 20-25 dakikalık bir bekleyiş sonunda, içeride görevli bir arkadaş sayesinde girişimizi biraz hızlandırdık:)Eee olsun o kadar, sırada bekleyen en ancient gamerlar bizdik:) Yaş ortalaması herhalde 18'i geçmiyordu. Fuar beklediğimden farklı olmasına rağmen, yine de bir kere daha bu tarz bir organizasyondan dolayı mutlu olmamızı sağladı. Fazla uzatmadan fotoğraflara geçelim.