seyahat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
seyahat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Kasım 2017 Salı

Avusturya Lions Kampındaki Koro Maceram

2016 Nisan ayında Akın Nur ve Hande ile mangal keyfi yaparken, yurt dışı seyahatlerimde başımdan geçen olayları anlatmaya başlamıştım. O zaman fark ettim ki bir sürü komik ve enteresan olay yaşamışım. Hatta Akın ve Nur'un "Forest Gump gibi hayat yaşamışsın haberimiz yok" dediğini hatırlıyorum😊

1996 senesinde, 18 yaşındayken Lions öğrenci değişim programı ile Avusturya'da bir kampa gitmiştim. Kampı ayarlayan sorumlu babamın arkadaşıydı ve gitmeden önce "Müzik sever misin?Avusturya'da bir müzik kampı var seni oraya yollayalım" dedi. Eh hayır mı diyeceğim olur dedim. Tabi müzik kampı denildiğinde benim aklıma gelen sahilde ateş yakıp Hotel California söylenen ortam, ama kiii beni bekleyen çok farklıymış.

Kampa geldiğimde, benden önce gelmiş olan diğer öğrenciler kapıda neşeyle beni karşıladılar. İlk defa yurt dışına çıkıyor olmanın stresi filan uçtu gitti.

Neyse  ertesi gün, daha dakika bir gol bir olarak seyahat sırasında kaybolan bavulumu henüz bulamadıkları mesajı geldi. 18 yaşında giyime verilen önemi bilirsiniz, acaba kaç gün aynı kıyafetle gezeceğim de rezil olacağım stresi doğdu içime. (2 gün sürdü)

Aynı gün, kamp lideri "Evetttt müzik çalışmak için toplanıyoruzz" dediğinde, hafif bir gerilme oldu bende. Şarkı söyleyeceğiz ayrı, çalışacağız ayrı.

Hepimizi bir salona topladılar. Sandalyeler var ve üzerilerinde kampın adı olan birer defter duruyor.
Herkes kendine bir yer seçti ve sanki benim dışımda herkes ne yapacağını bilir gibi eline defterleri aldı ve yerine oturdu. İçeri biri girdi ve köşedeki piyanoya geçti. Herkes defterlerin ilk sayfasını açtı ki o anda fark ettim, bunlar defter değil!!!!Nota kitapları!!!!

Piyanodaki kadın salona dönüp "birr, iki, üç, dörtttt" dedi ve benim dışımda herkes piyanodaki şarkıya eşlik ederek koro halinde şarkıyı söylemeye başladı. Ama nasıl söylüyorlar, inanılmaz ahenk ve bülbül gibi şakıyorlar. Gözleri nota kitabında, sanki hikaye okur gibi nota okuyorlar!

O anda bucket challange'ın kaynar sulu versiyonunu yaşıyor gibi hissettim. Aklımda kampı ayarlayan Muammer ağabeyin sesi yankılandı "MÜZİK SEVER MİSİNNN???" sonra kötü adam gibi güldüğünü hayal edip, dişlerimi sıkarak içimden "Muammer abiiiii yaktın beniiiii" dedim. Etrafıma aval aval bakarken gördüm ki benle gelen Türk kız da usul usul ağlıyor. İyi bir kızdı ama her şeye de ağlıyordu arkadaş. En azından yalnız değilim derken, koroyu yöneten adam şarkıyı durdurdu. "Arkadaşlar böyle olmadı, bas, bariton, soprano ayırmamız lazım" dedi. Arkadaş bir gün içerisinde bu kadar çok stres olur mu bayılacağım. Herkese soruyor adam, ona göre salonda yerleşim yapıyor. Ben de baktım benim kalıptaki adamlar genelde bas diyor, bana sıra gelince kendimden gayet emin "Bas" dedim. Aksilik bu ya, bi nota sordu denemek için herhalde, yalandan özgüvenle doğru veya yanlış en kalın sesimle, benden asla böyle bir ses çıkacağını tahmin etmeyerek söyledim. Ok dedi geçti. Sırtımdan terler süzülerek yerime oturdum.

Bu kamp böyle geçmez diye kendime yandaş aramaya başladım. Baktım herkesin bir müzik geçmişi var. En son Amerikalı bir çocuk "Dostum müzik bilgin yoksa neden bu kampı seçtin" dedi. "ULAN BEN MI SEÇTİM MUAMMER ABİ DEDİ DE GELDİK!!!" diyemedim tabi bir şeyler geveleyip geçiştirdim. Baktım Türk kız dışında kimse benim gibi değil. Ben de bari ezberliyeyim şarkıları dedim. Bas olduğum için arada kaynarım filan diye diye şarkıları öğrendim.

Sonra cüzdanım kayboldu, otobüste unutmuşum. 1 gün sonra içinden hiçbir şey alınmamış olarak bana iade edildi. Biri bulup kampın adresini görmüş cüzdanımda ve yollamış.

Daha sonra top oynarken ayağım çok kötü bir şekilde burkuldu. Doktora götürelim belki alçı gerekir dediler, ama ben kamp rezil olacak diye geçer geçer yaptım ve neredeyse tüm kamp ağrısını çektim.

Neyse ana konuya dönersek, şarkıları ezberledim, kamp sonunda diğer Lions Üyelerine konser verildi. Arkadaşlar nasıl bir olay yaşadığımı tam anlamanız için söylediğim şarkılardan birini buraya bırakıyorum. Bunlardan  15 20 tane ezberledim ve elime tutuşturulan nota kitabı, bu videoda gördüğünüz gibiydi:D

Ama sonuç olarak, tüm aksiliklere rağmen hayatımda yaşadığım en güzel aylardan biriydi. Hala kamptan olan ve internetten görüştüğüm arkadaşlarım var. Ama çok azı kamp sırasında benim durumumu farketmiştir herhalde:D. 18 yaşında olmak çok ayrı bir duyguydu, bu anıyı yazarken tekrar o günleri hatırladım. Şu an orada yaşanan bir çok stresli an komik geliyor ve stresim bu muymuş diyorum.

23 Haziran 2015 Salı

Fransa - Paris - Ekim 2014

Son Fransa seyahatimde çektiğim fotoğrafları daha yeni buraya koyma fırsatım oldu. Ekim 2014'de gittiğim iş seyahatinde, kendime ayırdığım yarım günde bu kareleri yakaladım.





















15 Ekim 2012 Pazartesi

Finlandiya Seyahatim

Ya şimdi farkettim, Finlandiya'ya gideli 1 sene olmuş!İlk defa ve çok hevesli gittiğim bir ülke olmasına rağmen, bir türlü blogda yazma fırsatım olmadı. Neyse 1 sene de olsa, her şeyi unutmadan yaziyim dedim.

Finlandiya'da çalıştığım şirketin sektörü ile ilgili fuar olduğunu duyar duymaz hemen yola koyuldum. Fuar Jyväskylä adlı küçük bir şehirde yapılıyordu. Facebook'dan hemen 1998, 2000 ve 2001 yıllarında gittiğim Lions kültür değişim programı kamplarında tanıştığım Finlandiya'lı arkadaşlarıma tek tek mesaj attım. Bu onlarladan herhangi biri ile görüşmek için çok iyi bir fırsattı. İnanılmaz bir şekilde, küçük bir şehir olmasına rağmen 1996'da tanıştığım bir arkadaşım bu şehirde yaşıyor çıktı:)

Neyse önce Helsinki'ye oradan da yerel bir havayolu ile Jyväskylä'ya geçtim. Şehir çok sevimli ve küçük. Ama spor bakımından yapılacak çok şey var. Dağcılık, trekking, su sporları, çim kayağı vs vs.

Fuar tahmin ettiğim gibi küçüktü. Fuarla olan işim bitince de yıllar sonra arkadaşım Anne ile buluştum ve onun sayesinde bu küçük şehri ve Finlandiya'yı daha iyi tanıma fırsatım oldu.

Şehir inanılmaz derecede sakin. Sabah göl kenarındaki otelimde uyandığımda kendimi hayatımda hiç olmadığı kadar enerjik ve dinlenmiş hissettim. Oksijen oranı yüksek, hava kirliliği hiç yok. Arabadan çok bisiklet var. İlk sabah uyandığımda şöyle bir kafamı pencereden çıkarttım. Ne şehir sesi var ne başka bir ses. Kuşlar bile ötmeden sessiz sedasız uçuyorlar. Arada bir geçen bisiklet sesi de olmasa neredeyse tamamen sessizdi.

Hemen fotoğraflara geçiyim. Önce otelimin çevresi ve manzarası ile ilgili fotoğraflar. Karşıdaki köprü tam otelimin yanındaydı ve köprünün karşısında ise bir üniversite vardı. Ne şanslı öğrenciler düşünün.






Yemek fotoğrafı olmadan olmaz:):P


Köprüyü geçince tam karşı kıyıda gölün etrafını dolanan bir yürüyüş yolu vardı. Bu yolda yaklaşık 2 saat dolandım. Ağaçların altında gezdiğiniz bir patika, bir tarafınızda orman bir tarafınızda ise göl gerçekten çok huzur vericiydi.





Bu şirinler mantarlarından etrafta sıkça görebiliyorsunuz. Zehirliymiş bu arada.


Universiteye bisikletle gelen öğrenciler bisikletleri hemen binanın dışında çimenlere bırakıyor.

Patika yoldan bir kare

Öğlene doğru arkadaşımla buluşup şehri gezdik. Bir kitapçıda Hobbit'in Fince versiyonunu gördüm, kapağı çok sevimli yapmışlar:)

Şehirde bulunan yüksek bir kuleden tüm şehri görebiliyorsunuz. 


Yemekler yemekler:D


 İşte arkadaşım Anne:D

2. günün akşamında Anne'in yakın bir arkadaşı ile buluştuk. Beni Aborjin müziğine gönül vermiş bir grubu dinlemeye götüreceklerini söylediler. Daha o noktadan "Aha Cenk, anlatacak hikaye çıkıyor dedim" Kendileri de pek farkında değildi ama bu konserin verileceği yer, kiliseden bozma bir binaydı. Bu binada çeşitli sanat etkinlikleri yapılıyor. İçerisi aydınlatılmış ama bildiğiniz kilise sıralarının olduğu bir bina. Duvarlar çeşitli inanışlara göre çizimler ve kim olduğunu anlamadığım siyah beyaz fotoğrafları olan amcalarla doluydu. İçeriye eve girer gibi ayakkabınızı çıkartıp giriyorsunuz.

Konseri veren elemanlardan birinin beyaz çoraplarını görünce dakika bir diyerek gülmemi zor bastırdım. Lore sen nasıl bir ortama geldin, bu neyin kafası derken müzik başladı. Önceleri ilginç ve güzel gelse de, daha sonra çalanların ve müziği izleyenlerden bazılarının garip trans halleri nedeniyle yine gülmemi zor bastırdım. Yarım saat sonra müzik kesilip, şimdi çaldığımız müziği içinizde sindirin, 5 dakika sessizlik diyince şimdi sıçtık dedim. Ensemden terler akmaya başladı, arkadaşımı yan gözle süzdüğümde onun da aynı durumda olduğunu gördüm. Gittikçe suratım kızarmaya ve ısınmaya başladı, kahkaha atmamak için kendimi zor tutarken bir anda gruptan biri, Voouyyiiioooooo ooooooviyy diye vokala başlayınca kendimi ayakkabı bağlıyor numarası ile yere zor attım. Bir de bir teyze elinde tef gibi bir şeyle etrafta dolaşıp bizi kutsuyor gibi hareketler yapınca tamam artık ölüyorum dayanamıyacağım bu kadar kendimi tutmaya dedim. Neyseki daha uzun sürmedi ve 5 dakika sonra konser bitti. 


Zaten konserin tanıtım afişine baksanıza bu ne abi, neyin kafası bu cidden, yılan mı ne bu, ot mu içiyor ne yapıyor:D


Buradan sonra yerel bir grubun çaldığı bir bara gittik. Dillerini anlamasam da şarkılar güzel geldi.
İçeri girerken şöyle bir damga basıyorlar


Müziği bir kafanızda canlandırmaya çalışın...Şimdi o anda kaydettiğimi dinleyin, bakalım düşündüğünüze benziyor mu?



Kısa Finlandiya seyahatim böyle geçti. Gerçekten çok huzurlu bir ülke. Ama bizim gibi stres ile beslenen bünyeler için biraz fazla mı sakin ne demekten kendimi alamadım. Hava yağmurlu olduğu için fotoğraflar pek güzel çıkmadı, idare artık:)


11 Ekim 2012 Perşembe

Bu aralar...

Ya blog olayından iyice koptuk, diyerek son dönemin meşhur blog yazı başlangıç cümlesi ile olaya giriyorum. Uzunn süredir neler yapıyorum biraz güncelleme yaziyim dedim.

Doğal olarak ve ne güzel ki boş zamanlarımın çoğu minik elf prensesi kızım Elora ile ilgilenmekle geçiyor:) Arada o uyurken doğan boşluklara film, Zbrush çalışma, dizi izleme, oyun oynama gibi attraksiyonlar sıkıştırıyorum. Her Cumartesi Pazar, Eloram sayesinde sabah 7-7:30 da uyanıyorum. Sabahları annesi hafta içinin yorgunluğunu bir nebze atarken biz de salonda oynuyoruz. Daha doğrusu Elora oynuyor ben bir ayağım rüya aleminde, başka boyutlarda gezerken bir ayağım da gerçek dünyada tutunmaya çalışıyorum:) İşte böyle bir sabahda bana "Uyuyor musun?" bakışı ile bakan Eloram:)


Oyun olarak bu ara Guild Wars 2 oynuyorum ve tek cümleyle "I am loving it!!"Çok vakit olmadığı için casual olarak takılıyorum, ama böylesi daha zevkli geliyor. Aylık bir ödeme de olmadığı için rahat rahat takılıyorum. Ama oyun çok çok güzel. Yıllar sonra Wow sonrası hüsrana uğratmayan bir MMORPG oynadım ve oynuyorum. Wow çok üzdü beni, Pandaren olayına asla alışamayacağım. Zaten aylık para vermek de çok saçma geliyor artık. İşte GW2 deki karakterim. Tabiki de Human Warrior Loreathan:D



Oyundaki mekanlar mükemmel, haritalar kocaman!

Neyse oyuna daha sonra detaylı değinirim, ama cidden grafikler ve oynanış mükemmel, bedava da, daha ne olsun:)

Diablo çok hayalkırıklığı oldu be:( Çabucak tükeniverdi. Hiç açmıyorum bile. Bu ara bir de zorluğuyla meşhur "Dark Souls-Prepare to die edition" oyununu kurdum. Malesef konsoldan şıftırtma olduğu içim ve Japonlar bu konuda çok başarısız olduğundan(evet başarısız oldukları bir konu var) bir kaç denemeden sonra zaten zor olan oyunda kontrollerden kafayı yiyip, daha ilk leveldaki iskeletler ağzımı burnumu kırıp kenara atınca, Fuck this shit man!, diyerek oynamayı bıraktım. Bir sürü oyundan bahsettim ama oynadığım günler ve saatler sayılıdır.

Uzun süredir bir başka uğraşım da Zbrush. Çok zevkli ve yaratıcılığı teknik zorluklarla sınırlamayan  bir digital sculpting programı. Duymuşsunuzdur da zaten. 

Ben Zbrush dışında,  her yapılan update ile bu kadar devrimsel kolaylıklar getiren başka program bilmiyorum. Aslında yüzeyde kolay olsa da, çok fazla detay ve parametresi, bulunan bir program. Ama temelde kullanıcı dostu ve çok zevkli. Şu ana kadar üzerinde çalışabildiğim ancak 3 model var. İlki bir dragon 2. olarak da Nosferatunun biraz daha genç halini yaptım. Bir kaç haftadır da, bir başka yaratık modeli üzerinde çalışıyorum. Renderin ve materiallar üzerinde denemelerim devam ettiği için sadece teaser halini göstereyim. 


Her neyse, eve gelip de biraz da olsun 3D yapmassam suçluluk hissediyorum. Madem geliştirmek istiyorum, mutlaka her gün zaman ayırmalıyım düşüncesindeyim. Bazen oyun daha tatlı gelse de bu böyle.

Yurt dışı seyahatlerim devam ediyor. En son yine İtalya'ya gittim. Uçak yolculuğunun en sevdiğim yanı, uyumak, veya da yeni çıkan ama kaçırdığım filmleri izleyebilmek. Son 2 yolculuğumda, Snow White and the Huntsman(güzel bence beğendim), Prometheus(iğrendim, hayalkırıklığım tavan yaptı), Dictator(koptum:), Justice League Doom(yarısını izledim bayağı güzeldi) filmlerini izledim. 

Hesi ile Eloram ananede kaldıklarında bana kalan boş zamanlarda ise Gantz ve Gantz A Perfect Answer filmlerini izledim. Zaten Mangası ve animesi süper olan Gantz'ı, live actiona da güzel uyarlamışlar. Özellikle ilk film çok başarılı. Gantz sevenlere tavsiye ederim.



İtalya seyahatinden bir kare. Fotoğraf makinemi götürmediğim için iphone ile idare ettim.


Evde ise Hesionka ile dizi olarak öncelikle Dexter yeni sezon!!! ve yeni keşfettiğimiz "İşler Güçler"i izliyorum. Ya işler güçleri geç keşfettik ama nasıl bayıldık anlatamam. Çok kaliteli espriler var, umarım yayın hayatı uzun sürer.

Hesime dövme seti aldık, çoktan duymusunuzdur. Ben de bir cesaret ona bir adet yıldız dövmesi yaptım :) Yalnız arkadaş, cidden zor işmiş. Hem canını yakmamak için dikkat ederken, bir yandan da yaptığım şeyin düzgün olması için ter döktüm. Neyse yüzümüzün akıyla çıktık. Ama o kadar hoşuma gitti ki. Bu konuda da kendimi geliştireceğim sanırım:)

Neyse şimdilik bu kadar. Bakalım bir sonraki yazım ne zaman olacak. Bu arada kafamda, kısa kısa film olarak çekmek istediğim bir kaç sahne var:)Vakit kalırsa bir kaç arkadaş onu yapmak istiyorum. İstediğim gibi olursa çok eğleneceğiz:)

1 Nisan 2012 Pazar

Fransa Seyahati

Geçen hafta yine yollardaydım. Bunca ülkeye gittim ama Fransa'yı görme şansım hiç olmamıştı. Bu yüzden bu seyahate daha bir istekli gittim. Hemen fotolara geçelim.


Paris'in kuzeybatısında bulunan Puteaux-La Défense bölgesinde kaldım. Buradan tren, metro veya tramvay ile Paris'in merkezine ulaşmak çok kolay. La Défense çok yüksek ve tamamen camdan oluşan binalar ile çevrili bir iş merkezi. Aynı zamanda bu iş merkezlerinin tam ortasında insanların vakit geçirebileceği bir alan oluşturulmuş. Alışveriş merkezleri de var. Bu bölgedeki mimari de çok enteresan.












Gece dönüşte bir de uzun süreli pozlama denemesi yaptım. Büyük hali için buraya bakabilirsiniz.



Ertesi akşam da Quartier latin denen yere gittim. Burada bir çok restaurant ve normale göre daha geç kapanan dükkanlar bulabiliyorsunuz.





Ertesi gün boş vaktimde ise, Paris'e giden herkesin dilinden düşürmediği Champs-Élysées'e gittim. Burada önce Arc de Triomphe de l'Étoile'in bir kaç fotoğrafını çektim. Sonra Champs-Élysées'e'de dolandım. Neden bu kadar abartılan bir yer hiç bilemiyorum. Bildiğin Bağdat Caddesi'nin geniş hali:) Benim ilgimi çeken tek şey, dev Virgin Megastore ve Disney Store oldu. Virgin mağazasında salya akıtıp çıkmaktan başka bir şey yapamadım çünkü her şey Fransızca. DVD'Ler Blueray'ler, çizgiromanlar(çeşit konusunda bu kadar fazlasını hiçbir yerde görmemiştim) her şey... Disney Store'da ise en güzel oyuncaklar bana göre Disney Animators Collection'dı. Bütün Disney bebelerini mükemmel şekilde kolleksiyon figürüne dönüştürmüşler.











Buradan da Paris'e gelip de görmeden gitmek olmaz diyerek Eiffel Kulesine gittim. En üst kata çıkmak için çok sıra vardı bu yüzden ben de sadece aşağıdan fotoğraflarını çekmekle yetindim.



Daha büyük hali için buraya bakabilirsiniz




Alttaki de Seine nehrinden bir kare. Uzun pozlama ile çektim, üst kattaki ışık demeti giden trene ait.



Son olarak eklemek istediğim konu ulaşım. Metro, tren, tramvay, hepsi o kadar güzel çalışıyo ve ayarlanmış ki, Paris'de ve çevresinde seyahat etmek çok hızlı ve kolay.



 
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...