30 Eylül 2009 Çarşamba

Hugh Jackman vs. Cell Phone

Hugh Jackman'ı çok severim, Daniel Craig'i de sert Bond karakteri ile sevdim. İkisinin bir araya gelip "A steady rain" adlı bir Broadway oyunu sergilediklerini duyunca inanılmaz merak ettim, keşke izleyebilsem:( . Sevdiğim iki oyuncuyu canlı bir şekidle rol yaparken görmek muhteşem olurdu. Düşünsenize karşınızdalar ve yeteneklerini o anda size canlı olarak sunuyorlar...




Geçen gün bu oyun sırasında, dünyanın her yerinde bulunabilen bir ayı, teknoloji maymunu, kültür yoksunu bir yaratık telefonunu açık bırakmış ve uzun bir süre boyunca da çalmasına rağmen kapatmamış. Trajikomik bir diğer olay ise o sırada bu olayı başka birisi yine cep telefonu ile çekmiş. Hugh Jackman, olanca kibarlığı ile olaya müdahele ediyor ve önce "Şuna cevap vermek istiyor musun?" Diyor, bir süre bekleyip "Hadi ama, kapat artık şunu" diyor ve bir dakika daha bekliyor. Olay tam da oyunun en heyecanlı yerlerinden birinde gerçekleşiyor.




Ben o anda oyunu izliyor olsaydım, o çalan telefon sahibini bulup, Wolverine, James Bond karışımı bir şeye dönüşüp atomlarına ayırırdım herhalde.

Bu ayıların Türkiye'de en çok rastlananı da, film sırasında telefonu açıp, mesaj kontrol eden, boş boş ekranına bakan tipler. Filme niye para verdin, o gelen mesajı o anda okumaya mecbur musun, sinemaya laf olsun diye geldiysen bizi niye rahatsız ediyorsun. Karanlıkta sağdan soldan telefon ışıkları görünür, kapanır, tekrar yanar, çıldırtıyor bunlar beni. Bazısı da eliyle telefonu kapatıp fısır fısır konuşmaya çalışır. Senin gibi bir tipin ne önemli işi olabilirki, varsa da git o işini hallet, sinemaya gelme.

29 Eylül 2009 Salı

Yürüyen Merdiven Kabusu

Az önce şu aşağıdaki haberi okudum ve her moktan haberi olan milletimin, yürüyen merdiveni ilk defa görmesine akıl sır erdiremedim.

"RİZE - Açılan alışveriş merkezinde hizmete giren yürüyen merdiven Rizelilerin ilgi odağı oldu. İlk kez gördükleri yürüyen merdivene binmek isteyen Rizeliler izdihama yol açtı. Bazı kişiler yürüyen merdivenden düşerek hafif yaralandı, bazıları çevredekilerin yardımıyla üst kata çıkabildi."

Bari Rizeli'ler diyerek genellemeselermiş, illa bir fıkra tadı yaratacaklar ya.

Hadi ilk defa gördün, binmeyi becerememek ne? Mekanik rodeo bizonuna biniyor sanki, neyi beceremiyorsun? 3G'li telefondan internete girmeyi bilirsin ama. Trajikomik buna denir işte.

Bunun dışında bir de alışveriş merkezlerindeki üst katlara çıkmak için, merdiven değilde kayan bant gibi bir şey vardır. Orada mal gibi dikilip ağzı açık etrafı seyredenler, size kıl oluyorum, önünüze geçip geriye doğru yuvarlamak istiyorum sizi, kardeşim lunaparkda mısın? Eğer illa durucam, etrafı izleye izleye gideceğim, dötümü kaldırmıyacağım diyorsan da sağda dur. Mal gibi orta yerde durup bir de geçişi engelliyorlar. Ingiltere'de yürüyen merdivenlerde bu şekilde duranlara acaip sert çıkışıyor diğer insanlar.

Biz de Hesionka ile her seferinde böyle duran malakların arkasından yüksek sesle "GEÇEBİLİRMİYİZ!" diyerek kenara çekilmelerini sağlıyoruz. Asıl komik olan "Ne yapıyor bunlar ya, otomatik giden bantta yürünür mü?" dercesine dönüp garip garip bakıyorlar. Uyuşuklar, az kaldı yuvarlayacağım bir kaçınızı. Sabah sabah sinir yaptım:)

28 Eylül 2009 Pazartesi

Miyav?

Uzun süredir sesi çıkmayan bir müşterimden bugün bir email geldi. Nereden estiyse, nasıl bir tipmiş şu bakalım diye facebook'da ismini arattım. Şöyle bir resim çıktı.



Neden uzun süredir sipariş veremiyor anladım.

Kendime not: Bir sonraki siparişine bir adet whiskas ekle. Jest olur.

27 Eylül 2009 Pazar

Eski makine ile yapılmış çekimlerim

Eski makinemiz Sony DSC-T3 ile yaptığım foto çekimlerinden 3 örneği deviantart'a koydum. Tozlu harddisklerde unutulup gitmelerine göz yumamazdım:D

Şu linklerden inceleyebilirsiniz. Benches, Athena, Angels.

Full view please;)

25 Eylül 2009 Cuma

Istock photo'ya üye olacakların dikkatine

Az önce sitede üyelik şartları ve ne tarz fotoğraflar yollanmalı/yollanmamalı kısmına bakıyordum. Artık görmekten fenalık geçirdikleri tarz fotoğrafları esprili bir dille yazmışlar, bazılarına çok güldüm:)

Hayret bu listeye cami, kuşlara yem atan yaşlı adam, vapurdan çekilen martı, üstü başı kirli çocuk resmi, güvercin kategorilerini eklememişler :D


24 Eylül 2009 Perşembe

Türk Alfabesi


Geçen gün şu yukarıdaki fotoğrafa rastladım. Alfabemizin ilk kabul edildiği yıllarda yukarıdaki fotoğraf Türkiye'de çekilmiş. Bu fotoğrafa bakınca bir çok değişik duygu hissettim,

O yıllara özlem; Herkesin vatanı için çalışıp çabaladığı, yolsuzluğun olmadığı, insanlığın ne olduğunun bilindiği, milletçe tek bir organizma gibi hareket edildiği, Türkiye'nin artık batı medeniyetlerinden bir eksiğinin kalmayacağı yılların başlangıcı. Ama ne olduysa bu şekilde devam etmedi, önümüz hep kesildi, çelmeler takıldı, ilerlememiz yavaşlatıldı. Şu anda da yapılmak istenen, ülke üzerinde oynanan oyunlar bunu devam ettiriyor. Kendimi kurtarayım da, millet ne yaparsa yapsın, başının çaresine baksın zihniyetli insanlarca yönetiliyoruz. Eline bir ekmek, bir torba kömür verip oyunu alırım düşüncesi ile insanlarımız daha bir fakir daha bir muhtaç hale düşürülüyor. Ama Türk milleti bunun da üstesinden gelecek ve o eski aydınlık günlerine dönecektir.

Nefret; Ne zorluklarla elde edilen modern alfabemize, adı üstünde Türk alfabesine "x,q,w" gibi harfler sokmaya çalışanlardan, ve alfabemizi doğru dürüst kullanmayan insanlardan.

Sevgi; Türk alfabesini bize kazandıran, onun kullanımını öğrenip de bizlere de öğreten herkese duyduğum sevgi.


Bayramda izlediklerim

Bayramda büyükleri ziyaret sonrası evde döt yayıp Fallout oynadım ve film izledim. Arada Wow'da açtım ama 5 dakika sonra "Meeeh" diyerek kapattım. Neler izledim;

Antichrist - Lars Von Trier abi sen ne yaptın böyle. Dancer in the Dark'da kendine hayran bırakmıştın ama bu film olmuş mu hiç sence?Bence ona göre olmuştur çünkü belliki sadece kendi için çekilmiş bir film. "Cannes'de gösterildiğinde çok tepki aldı" haberini görünce "Ahaa yaşasın hemen izlemeliyim" olmuştum ama bu heyecana değmezmiş.Aşırı açık sahneler, aşırı rahatsız edici bir iki şiddet sahnesi, ne idüğü belirsiz mesajlar. Çok yorucu bir film...Bazı sahneler The Path adlı oyunu anımsattı, sadece o kısımlar ve aşağıdaki karedeki gibi bazı sahneler güzeldi.


Borat - Tamam bazı yerlerinde kahkaha attım komikti ama, bir yandan da sanki ben Kazakistan'lıymışım gibi sinirlendim. Ne hakla bir başka halkın insanını bu kadar aşağılamışlar anlayamadım. Kafadan bir ülke uydursalarmış çok daha komik olurmuş. Brüno gibi absürd bir film.



State of play - Güzel bir film, kurgu, anlatım, süprizler... Diğer filmler arasında izlediğime değdi diyebileceğim bir filmdi. Tavsiye ederim.



There will be blood - Daniel Day-Lewis amcayı severim, çok iyi bir oyuncudur. Bu filmde de oyunculuğu üst düzeyde. Film bir sürü ödül almış fakat ben nedense çok yavaş ilerlediğini ve tatmin edici olmadığını düşünüyorum. Hele ki bazı background müzikleri, insanı çıldırtacak kadar kötü ve sürekli aynı melodi takılmış plak gibi dönüyor. Anlatılacak gibi değil. Bazen hiçbir heyecan olmayan anlarda arkada sanki gerilim filmi izler gibi müzikler çalıyor. Çok uzun bir film, bu kadar uzun olmasa daha çok sevebilirdim.


Batman/Superman Public enemies - İşte tüm bayram boyunca izlediklerim arasındaki favorim. Warner Bros sürekli bu tarz animasyonlar çıkartarak beni mutlu ediyor. Çok güzel bir film, Superman ve Batman'i bir arada çalışırken izlemek çok eğlenceli. Bu arada Superman var ya, kripton denen madde olmasa karşısına dikilecek kimse yok bence. Ne Quasar bırakır ne galaksi. İyiki kötülerin tarafında değil. Traileri şu süper sitesinden izleyebilirsiniz.


23 Eylül 2009 Çarşamba

100. Üye

Evet sonunda beklediğim an, blogumun 100. üyesi/takipçisi belli oldu. Arinna
Ödül olarak saygımı sevgimi kazandınız tebrikler :D Güle güle harcayın

19 Eylül 2009 Cumartesi

İlk fotoğraf çekimlerim

Uzun süren makineye alışma evresinden sonra ilk ciddi fotoğraflarımı çektim. Hesionka ile bugün Eminönü'ne gittik. Zamanlama her ne kadar yanlış olsa da(mahşer kalabalığı, sağdan soldan çarpanlar, önüme geçenler v.s) güzel bazı kareler yakalamayı başardığıma inanıyorum.

Resme tıklayarak, hepsini deviantart sitemden inceleyebilirsiniz.


18 Eylül 2009 Cuma

Thom Yorke neden hiç gülmüyor?

İşte cevabı!!! 100 kez izledim herhalde bu videoyu:D

The Pooh?

Çin'li arkadaşların emaillerindeki fantastik olaylardan daha önce de bahsetmiştim. Bu insanlar nedense uluslararası yazışmalarda kendi isimlerini hiç kullanmazlar ve kendilerine bir isim uydururlar. Uydurdukları isimler de genelde kolay anlaşılacak bir ingilizce kelime filan olur.(misal Flower diye birisinden email gelmişti.) Bugün gelen email ise tam dumur yaşattı bana. Çin'den bir akü firması yazmış. Emailin en altında şunu görünce koptum tabi.

Thanks&regards

Winnie

Cevap olarak sadece "The Pooh?" yazıp yollayasım geldi hehe:)

17 Eylül 2009 Perşembe

Anyone can play guitar

Yıllar yılı, Radiohead'dir candır diye "Anyone can play guitar" laflarına inandım Gitar çalmayı öğrenmedim, nasılsa herkes çalabiliyormuş dedim. Geçen elime aldım gitarı, zerre birşey çalamadım, büyük yalancıymışsın Radyokafa. Ama yine de günahınla, sevabınla ,yalanınla, dolanınla severim seni.

16 Eylül 2009 Çarşamba

Ürdün Macerası

Geçen Cumartesiden beridir Ürdün'deydim ve bugün döndüm. Aha bunu da bloga yazarım dediğim bir çok an oldu gelir gelmez hemen unutmadan yaziyim.

Yeni tanıştığım müşterilerimden birisi ısrarla beni bir arkadaşının davet ettiği iftar yemeğine götürmek istedi. Tanımadığım etmediğim ortam, gelenekler farklı mıdır filan derken neyse hadi gidiyim, değişik birşeyler görürüm bloga da yazarım dedim.

Bekliyorum ki böyle ufak bir evde, ortaya masa kurulmuş, köşede bir dede oturuyor, çoluk çocuk halıda oynuyor ortama gidiyorum. Hesionka'ya da dedim hatta, gider dede resmi çekerim otantik ortamda filan hehe:D

İşte geldik dediğinde bir baktım ki kocaman bir villa, önünde inanılmaz lüks arabalar, sanki otel girişi gibi olan kapıda ev sahibi gelenleri karşılıyor. Eneaam noluyoruz demeye kalmadan içeri girdik. Ev kocaman, filmlerdeki gibi bir villa fakat içerisi Arap zevksizliğinin bir örneği olarak döşenmiş. Kartonpiyer tavanların arkasında spotlar var bu bir nebze modernlik katsa da tam orta yere saçma sapan avizeler takılmış, koltuklar desen "Evlilik kampanyası, şok fiyat!!!Yatak odası, yemek odası, salon dahil!!" reklamları ile satılan koltuklar gibi zevksiz yeşilimsi kadife gibi bişi. Tüm mobilyalar allı güllü ve altın varaklı. Bir kaç modern tablo duvarları süslüyor ama ortamı kurtarmaya yetmiyor. Her ne kadar zevksiz olsa da, zengin birine ait olduğu belliydi. Sonradan öğrendimki ev sahibi Ürdün'ün sayılı zenginlerindenmiş. Buna rağmen ev sahibi çok kibar, beyefendi ve alçakgönüllü birisiydi.


Temsili Ürdün villa resmi.

Herneyse eve girdik salon kısmına yöneldik, herkes takım elbiseli ceketli, ben de otantik eve gidiyoruz diye hafif casual giyinmiştim, neyseki gömlek giymişim tshirtle filan gitsem herkes bana bakacak. "Fuck the system" filan diye tshirt giymişim mesela euheau.

Baş köşede baharat takımı gibi dizilmiş 3-4 arap kıyafetli herif de vardı, entarili filan olanlardan, bir de onlardan herhalde daha üst rütbe, Darth Vader'ımsı bir tip, siyah kıyafetlere bürünmüş tekli koltukta oturuyordu. Her içeri giren herkesin elini sıkıyor ve Selamın Aleykümler havalarda uçuşuyordu. Bizim gibi de demiyorlar bir garip söylüyorlar, ben de direk Merhaba dedim, o da arapça sonuçta. Bana sonsuz gibi gelen bir süre boyunca öyle salonda oturuldu. Herkes arasında konuşuyor tabi ben öyle bakıyorum etrafa, komik enteresan birşeyler yakaliyim diye.

Neyse ev sahibi geldi yemeğe geçebiliriz dedi. Villanın bahçesine çıktık, ortada bir sürü seccade??, diğer tarafta da upuzun bir masa ve açık büfe yemekler. 2 tane süper lüks araba da bir başka köşede. Önce masalara geçildi, ezan okununca herkes suyunu filan içti hurmasını yedi. Bende yalandan su içtim işte. Sonra baktım herkes ayaklanıyor. Namaz kılmak için seccadelerin oraya gidiyor. Müşterim kılmak istersen gel dedi, ehu, ben de "yok ben bekliyorum" filan gibi bişi geveledim. Bir an kafama dank etti, ya herkes kalkar gider namaz kılarda ben kalırsam tek masada diye düşünmeye başladım. Birer birer masalardan insanlar kalkıp gitmeye başladı. Eneeeeeeeeammm mıçtık derken baktım benim gibi oturan başkaları da var. Hayır gideceğim şimdi yalandan kıliyim derken herkes kalkarken ben oturucam beceremiycem iyice rezil olucam.

Neyse o krizi de atlattım, geldi herkes oturdu. Masalarda çorbalar hazır duruyordu. Mercimek çorbasına benzettim o yüzden masanın ortasında duran limonu aldım çorbaya sıkmaya başladım. Sanki çatal kaşık sesleri durur gibi oldu, ben limon sıkıyorum diye bana bakıyorlar sandım, sonra analdım ki kendi kuruntum. Gerginim ya herşeyi takıyorum:) Kalktık yemek almaya, yemekler tek kelimeyle nefisti, çok abartmadan birşeyler doldurdum tabağıma oturdum yemeye başladım.

Masada herkes Arapça muabbet etmeye başladı, sağolsun bir kaç kişi benim yabancı olduğumu farkedip İngilizce havadan sudan muhabbet etti. Yemek yendi, tatlılar geldi. Bir künefe yapmışlar koca tepsiyle, offff Türkiye'de hiçbir yerde öyle bir künefe bulamassınız. O kadar lezizdi ki anlatılacak gibi değil. Peynirleri farklı sanırım o yüzden. Zaten künefenin ana vatanı o taraflarmış.

Bir süre daha masalarda oturuldu, muhabbetler döndü(Arapça tabi, altyazı da yok) Ben artık tam baymaya başlamışken yavaş yavaş insanlar kalkmaya başladı. Çıkışta ev sahibinin elini sıktım teşekkür ettim. Sayılı bir milyonerin de elini sıkmış olduk:)

Gidip de o ortamı gördüğüm için çok sevindim, değişik bir tecrübe oldu. Sonradan müşterimden öğrendim ki, iftarda bulunan herkes ya sayılı zenginlerden, ya da hükümetten bakan filanmış. Ben de blog camiasından Loreathan filan deseydim tanışırken ehhehe:)

Oradan çıktıktan sonra müşterim bana, "Bir arkadaşım var seninle tanışmak istiyor, kendisi 30 sene önce Türkiye'de üniversiteye gitmiş" dedi. Hah, macera dedim içimden.

Bu sefer de diğer arkadaşının evine gittik. Bu amca da lüks bir semtte oturuyordu ve evi diğeri kadar olmasada güzel bir villaydı. Bahçe kapısının önünde durduk ve kapı açık olmasına rağmen müşterim zile bastı ve bekledi. Niye girmiyoruz dercesine bi bakış attım, sonra bir iki adım içeri girdi ve bekledi. Sonra kapı açıldı ama kimin açtığı görülmedi. Uzaktan benim müşteri birşeyler dedi, sonra yavaş yavaş eve yaklaştık. Sonradan anladım ki kapıyı karısı kızı açarsa karşılaşmamak için böyle bir attraksiyon yapıyor. Haremlik selamlık mod online yani.

30 saniye sonra ev sahibi geldi kapıya. Hoşgeldiniizz hoşgeldinizzz diye Türkçe seslenerek sevinçle bizi karşıladı, içeri girdik. Bu ev de zevksiz döşenmiş olmasına rağmen yine de biraz daha modern ve tahammül edilebilir bir haldeydi. Salona geçtik ve ev sahibi Türkçe birşeyler anlatmaya başladı, 30 sene geçmiş olmasına rağmen unutmamış Türkçeyi. Yıldız Teknik İnşaat bölümü mezunuymuş.

İkram geleneği bizimle aynı, misafiri bayıltana kadar ikram var. Konuşmamız sırasında kapı çalar gibi bir zil çalıyordu. Adam da içeri gidip geliyordu. Kapı çalıyor zannetmeme rağmen adam kapıya gitmiyordu. Sonradan farkettim ki içeriden gülüşleri konuşmaları gelen kadın kız sesleri, mutfakta bize ikram hazırlayan evin kadınlarının sesiymiş. İkram edecekleri şey hazır olunca içeriden bir zile basıyorlar. Zarrtttt diye bir ses çıkıyor ve ev sahibi adam gidip içeriden hazırlananı alıp getiriyor. Kadınlar içeri gelemiyor yani.

İkram kahve ile başladı, sonra gazoz?, sonra ev tatlısı(ki nefisti bu da, yedim valla), sonra bir posta daha kahve, meyve, çay, daha kahve içermisin dedi adam patlıyorum dedim anladı mı bilmem. Ayıp olmasın diye hepsine tamam dedim, mide fesatı geçirecektim. Adam müşterim ile arada Arapça derin ve hararetli tartışmalara giriyor, sonra benim de orada olduğumu farkedip "Hoşgeldiiiinizzz" diyordu. Ben de "hoşbuldukkk, hoşbuldukk" diyorum sanki arapça birşey der gibi. Bu en az 4 sefer oldu, artık gülmemek için nasıl kastım anlatamam.

Gecenin bombalarından biri de çay geldiğinde adama "Çok güzel değişik bir çaymış nedir bu?" dememe cevap olarak "Lipton" demesi oldu :D Ben de sanıyorumki yöresel otantik birşeyler içiyorum. Bildiğin markette satılan Lipton'muş. Neyseki adam "İçine nane atıyoruz ama" dedi de yırttım ehhe:D

Artık kalkma vakti geldiğinde yine neredeyse kopacağım birşey dedi müşterim. Kalkalım mı anlamında bana baktı ve "Yallah?" dedi hahaha ben de direk ortama uyup ve kalkıyoruz diye sevinerek "Yalllaahhh" diye abarttım.

Ramazan ayında Ürdün'de sokaklarda bir şey yemek veya içmek yasak. Yaparsan içeri tıkıyorlar ve iftara kadar salmıyorlar. Bunu bildikleri için de gündüz akşam 7'ye kadar tüm restorantlar, büfeler filan kapalı. Yabancılara birşey demezler deseler de ben riske girmedim, paşa paşa otelde yedim yiyeceğimi.

Bir ara vaktim oldu, fotoğraf çekerim enteresan birşey görürüm belki diye, downtown dedikleri bölgeye bir gideyim dedim. Downtown lafını duyan da USA'deyiz filan zanneder. Herneyse çok dik bir yokuş vardı buradan aşağı in, downtowna geleceksin dediler. İnmeye başladım, in Allah in, bitmiyor yokuş, lam bunun yukarı çıkması var dedim içimden ama neyse bir yola girdik devam diye inmeye devam ettim. Etrafta zerre enteresan birşey yok, dökük evler, saçma hayvan dükkanları, berberler, döşemeci filan var, nerede bu downtown derken yokuşun dibine ulaştım. Nerede olduğunu bilmesen işgal altındaki Irak zannedersin. Evler binalar toz içinde, korkunç şeyler satan dükkanlar, köşede yerlerde iftar açan esnaf, karanlık garip ara sokaklar. Resmen precious'ı çıkarıp foto çekmeye korktum, elimden alırlar ağlarım sokak ortasında diye. Zaten fotoğrafını çekmeye değer hiçbir şey yoktu. Bir ara 3 tane Japon Turist gördüm, taze sıkılmış meyve suyu satan küçücük bir dükkandan aldıkları içeceklerle kakara kikiri gülüşüyorlardı. "Ulan farkında değilmisiniz ne kadar bunalım bir ortam ne gülüyosunuz" diye çıkışasım geldi. O yokuşu yukarı doğru kasamayacağım için direk taksiye atlayıp otelime kaçtım.


Burası belkide dowtown'ın en tahammül edilebilir noktası, bu resme kanmayın böyle değil ortam. Ben bir de karanlıkken gittim, korkunçtu.

Petra vadisi veya deadsea'ye giderim belki diye hayal ediyordum, Petra 350km, deadsea 'de 1-2 saat uzaktaymış. Tabi iş için gidince böyle şeylere vakit kalmıyor. En azından Ürdün'ü de gördüğüm ülkeler arasına katmış oldum.

Edit: Aklıma geldi birden; Ürdünün eski kralı öldüğü zaman Mariah Carey'e "Jordan'ın kralı öldü ne diyorsunuz" demişlerdi, o da "Aaaaa çok üzüldüm çok çok iyi bir basketçiydi kendisi" diyerek herkesi dumura uğratmıştı. Her Jordan'ı Michael Jordan sanıyormuş herhalde euheuh:D

10 Eylül 2009 Perşembe

Savaşçılık kariyerime ara verdim


Dalaran

World of Warcraft'a ara verdim. 2005'ten beridir WOW oynuyorum, zaman zaman böyle aralar verdim ve bunlar genelde uzun solukluydu(1 sene, 6 ay gibi). Öyle bir dönem geliyorki oyun artık eğlendirmekten öte, bir iş haline geliyor ve kendini tekrarlamaya başlıyor Aylarca uğraşıp elde ettiğim ve sevinçten havalara uçtuğum silahlar, kıyafetler, eşyaların anlamı bir anda sadece birer grafikten ibaret oluyor.

Ayrıca bir diğer etmen de, WOW'un artık inanılmaz kolaylaştırılmış olması. İlk WOW'da ne kadar kastığımızı, ne kadar uzun sürede yüksek seviye eşyalara sahip olduğumuzu düşününce, şu andaki hali resmen çocuk oyuncağı gibi geliyor.

Artık başka hobiler edinmek istediğim bir döneme girdim. Çok uzun bir süredir istediğim fotoğraf makinesini aldım. Daha çok bu hobiye yöneleceğim.

Bunun yanında bilgisayar oyunlarından herhalde ömür boyu vazgeçemem. Wow oynadığım dönemlerde diğer tüm oyunları kenara atıyorum, hazır bırakmışken diğer oyunlarıma yönelmeye başladım.

Ben üyeliği dondurana kadar otomatik olarak bu ayın ödemesi de çekilmiş. Eylül sonunda Wow macerası/Savaşçılık kariyeri bir süre askıya alınıyor. Hatta şu anda alındı bile denebilir, çünkü neredeyse oyuna hiç girmiyorum. Fallout'da kafa, kol uçuruyorum daha eğlenceli heheh.

Wow' a ne zaman dönerim, sanırım Arthas'la kapışma şansı bulduğumuz Patch'de veya da yeni expansion çıkınca. O zamana kadar savaşçımı Dalaran'da dinlendireceğim. Oyuna yeni başlayan, veya tavsiye isteyen olursa her zaman email atabilir. Bari bilgimiz bir işe yarasın.

9 Eylül 2009 Çarşamba

Terminate yourself

Süper bir site buldum, ağrısız acısız terminator olabiliyorsunuz. Ben oldum bile, herkese tavsiye ederim, çok hafif elleri.


Bokoma mı?

Blogun ismi Loreathan'ın Fantastik Dünyası ya, ne kadar fantastik ürün varsa reklamı geliyor emailime. "Kullanır oğlum bu herif bunu, zaten bu da kullanmassa battık boşuna ithal ettik gitti paralar" mı diyorlar nedir. Ürünün ismi Bokoma, direk ofsayt yani, Gana'lı futbolcu mu satıyorlar acaba derken aşağıdaki ürün çıktı. WTF!!!


Ürün açıklaması

Head Massager(Bokoma)
Bokoma sadeçe yılların Australyalı (Arboriginesin) göreneği değil
yirminçi yüzyılın modern tekniği olarakta geçiyor.Görünüste ufak bir mutfak aletini andıran(WTF??) bu BOKOMANIN yeteneklerini
düsünebilmek mümkün değil. BOKOMAYI kafanızın üzerine yerlestirdiginiz an
hafif masaj yapmış olursunuz.(Bu arada tanıtımdaki harf hatalarını değiştirmeden koydum)

"Ne koydunnn lannn kafffaanaa?" demezler mi adama, Giger tasarımı gibi valla. "Abi yumurta çırpma aleti yaptık ama olmadı pek, masaj aletimi desek buna" gazıyla ortaya çıkmış bir ürün sanırım. Alsam mı lam bir tane.

7 Eylül 2009 Pazartesi

Cnbc-e yeni diziler.

Reklamlarını gördüğümden beri merak ettiğim 2 yeni dizi dün akşam başladı. Beklediğime değdi mi? Cık, değmedi.


Dr. Who: Enteresan başladı ama sonradan çok cıvıttı, fazla sallama uzaylı karakterler, tipler çıkınca birden soğudum gibi oldu. Eğlenceli, seyredilebilir ama fanı olacağımı sanmıyorum. İngiliz aksanını çok severim, bu dizide bolca duyma şansı oluyor. Biraz daha ciddi bir dizi olsa, efektlere biraz daha özenilse daha iyi olurmuş. "Ahanda bugün Dr. Who var koşun TV başına" hissi yaratmadı.


Merlin; Bir kere tipi pek tutmadım, kepçoz Merlin. Ayrıca ana konu abartı saptırılmış değiştirilmiş. Karakterler birbirine girmiş ve hepsi aynı zamanda yaşıyor ve büyüyor gibi gösterilmiş. Merlin bu kadar gençken diğer bazı karakterlerin bebe olması gerekiyor ama aynı yaştalar. 3D'lere biraz daha özen lütfen. Ayrıca Arthur hiç de kendini beğenmiş ve şımarık bir tip değildir. Elime doğdu, kirveliğini yaptım.

Salona girip bilgisayara doğru giderken tv'de oynadığını görürsem "Aaa Merlin/Dr. Who başlamış, bakiyim bari" diye izlerim belki ama özellikle başlama saatlerini beklemem. Özetle olursa olur olmassa da niye yok demem.

Asıl olay Leverage adlı dizi de dün başlayacaktı, Merlin tekrar verdiler neden anlamadım. Leverage biraz daha kaliteli sanki bunlara göre.

My preciousssSSsss

Sonunda sahip oldum ona, precioussss, mineeeeeeeee!!!Evet ta kendisi...Canon 500D. Cumartesi günü Hayyam Pasajında, Nova Fotoğraf'dan aldım. Şu anda süper bir kampanyaları var ve makine ile beraber ultraviyole filtresi, 4gb ram hediye ediyorlar. Daha uygun fiyatla ve hediyeli başka yerde görmedim. Ellerinde 5 adet olduğunu ve kampanyanın bu adetlerle sınırlı olduğunu söylediler. Almayı planlayanlara duyurulur.


Bir de şöyle bir taşıma çantası aldım preciousa.


Şunu da koyayim, neme lazım:D

4 Eylül 2009 Cuma

Futbolcu ismi yaratma

Ses efekti yaratmadan sonraki olayımız da futbolcu ismi yaratma. Bunun olayı da çeşitli kelimelerden yola çıkarak futbolcu ismi bulma ve ülkesini belirleme. Yıllardır yaparız bu manyaklığı. Şimdiye kadar bulduklarımız ve sonradan aklıma gelenler aşağıdakiler, çok zevklidir, sizden de bekliyorum:D

Bilakis - Yunan'lı orta saha

Galoş - Hırvat stoper

Duvara Monte - Hırvat asıllı Fransız oyuncu. (Kız kardeşi Tavana Monte'de amatör kümede oynuyor.)

Mendebur - Hollanda'lı golcü oyuncu

Polifonik - Polonya'lı bayan futbolcu

Meyvalı Jöle - Cezayir'li anne, Fransız babadan olan kaleci

Kalebodur Seramik Budur - Somali'li ünlü golcü(kısa boylu)

Pimaş - Çek Cumhuriyetinden orta saha oyuncusu

Adrenalin - Fransız bek

Hesap Makinası - Sırp asıllı Japon oyuncu

Konsinye Fatura - Fransız asıllı Japon

Direkten Döndü - İsveçli oyuncu

Gölet - İtalyan

Sevincini Göster - İtalyan/Hollanda

Kim Lan Bu - G.Kore'li

Kartonpiyer- Fransız

Aman Ha - Suudi asıllı Çin'li

Lavaş - Hırvat

Rafet El Roman- Türk asıllı, Meksika/İtalyan kırması(Oha ehu)

Sinister Strike - Amerikalı forvet

Tulumba Tatlısı - Nijeryalı

Damacana- Japon

Embesil - Gana'lı oyuncu

Sen Kimsin Ki - Güney Koreli

Klimanjaronun Karları - Nijerya doğumlu olmasına rağmen soğuk havalardaki performansı ile Norveç'e transfer oldu

El Freni - Suudi asıllı İtalyan

Et Sote - Etiyopyalı

Shimotsuma Monogatari (下妻物語)



Shimotsuma Monogatari, Deviantart'ta gezerken birisinin sevdiği filmler bölümünde gördüğüm ve meraktan dün izlediğim bir film. Hesionka'da ben de çok beğendik, gerçekten çok eğlenceli bir Japon sineması örneği.



Konuya gelince; fazla spoiler yapmadan kısaca bahsedersek, Gothic Lolita giyim tarzını hayat felsefesi olarak benimsemiş ve Fransa'nın Rococo döneminde doğmuş olmayı hayal eden Momoko(ki geçmişi binbir türlü enteresanlıkla ve komik olayla dolu olan bir kız bu ve neredeyse duygusuz denilecek kadar sakin bir hayat sürmeyi seviyor), motorsiklet çetesi üyesi ve kendisinin tamamen tersi bir başka kız olan Ichigo ile yollarının kesişmesi ve arkadaşlıklarının gelişimi. Ichigo'nun motorsiklet çetesi tamamen kızlardan oluşuyor ve uyuşturucu kullanan, serserilik yapan bir çete değil, tek yaptıkları motorsikletlerle etrafta boş boş gezmek.


Beraber çok absürd şeyler yaşıyorlar ve komik hedeflerin peşinden gidiyorlar. İkisinin de oyunculuğunu çok beğendim ama özellikle Ichigo'yu oynayan Anna Tsuchiya rolüne çok iyi adapte olmuş. Filmin bir çok yerinde kahkaha atmamıza sebep oldu. Ayrıca film sırasında bazı eski hikayeler animasyon olarak anlatılıyor ve bu animasyonlar çok başarılı ve eğlenceliler.



Film tam bir anime veya manga gibi. Ortamlar, açılar, karakterlerin hareketleri sanki bir anime izler gibi hissettiriyor. Eğlenceli bir film. Favorilerim arasına girdi bile.

Bu arada filmin İngilizce adı "Kamikaze Girls"müş, ne kadar uyduruk ve anlamsız bir çeviri.
Edinin ve izleyin, tavsiye ederim.

3 Eylül 2009 Perşembe

Alışveriş çılgınlığı, pasaport değişimi, vesaire.

Dün Hesionka ile Maltepe Carrefour'daydık. Yakın bir arkadaşımızın bebeği 1 yaşına girdiği için hediye almaya gittmiştik. Hediyeyi aldık almasına ama alışveriş çılgınlığı dalgasına kapılıp abuk subuk şeyler de alıp çıktık. Bu durumu eve gelince farkettik. Meslea bebeğe oyuncak alırken gördüğüm ışın kılıcına hemen atladım, sadece 10TL'ydi. Tipi gayet güzel olmasına rağmen, kutusunun üstünde "With Lightning Sound" ve "Kutuda gösterilen resimlerle, kutu içeriği birebir uyuşmayabilir, farklı özellikleri olabilir" yazısını görünce, şüphelenmedim değil.

Oradan Carrefour'un içine girdik ki, Carrefour'dan "aaa ne kadar ucuzmuş", diye alınıp daha sonra evin kuytu köşelerinde kaybolan, bulunduğunda da "Bu neydi yaw niye almıştım ben bunu" denilen birşeyler almadan çıkan pek kimse yoktur. Oradan da 3 boy bir arada el feneri takımı ve kafası değişebilen makas seti aldık. Eve dönünce fenerlerden en büyük olanı açtım, içine hala neden üretildiğini bilmediğim Zebellah boy pil koymak gerekiyordu. Piller fenerin kendisinden pahalı. Neyse diğerleri kalem pille çalışıyordu. Makas seti tam bir çaynizzz tırt ürün çıktı.

Ama günün bombası, ışın kılıcını denememle yaşandı. Kılıcın ucunu elle dışarı çıkartıyorsun... Neyse onu geçtim, Star Wars'ın ışın kılıçlarındaki karizma sesi bekleyerek düğmesine bir bastım, ortaçağ kılıcı sesi çıktı. Şlliighh diye kılıç çekme sesini duyunca, neden 10TL olduğunu anladım. Neyse ses modülünü bir şekilde çıkarıp sadece ışıklı halini kullanmayı deniyeceğim artık. Bir de üstüne sağa sola temas ederse de ses çıkarır yazmışlar, Hesi kapıya doğru bi koydu kılıcı, sadece plastiğin eğilme sesi geldi, pek elektronik bir ses değil yani. Ucuz etten en azından yahni yaparsın, kötü de olsa yersin, bunları napıcaz bilemedim. Neyse fenerlerin hakkını yemiyelim, bir işe yarıyor onlar.



Sabah pasaportumu yenilemek için Emniyete gittim. Kapıdan girer girmez pasaport yeniliyeceğimi söyleyince, "Önce parmak izi aldıracaksınız dediler". Şaşırdım tabi, ama herhalde yeni prosedür diyerek parmak izi vermek için memurun yanına gittim. Bu arada sanıyordum ki elimi mürekkebe basıp sonra kağıda filan basıcam. Meğerse parmakları scan ediyorlarmış. Birden hayalimde CSI dizisindeki gibi bir ortam canlandı. Hızlı hızlı geçen resimler ve parmak izlerini tarayan süpersonik bir bilgisayar, arada benim acele çekilmiş vesikalığım da geçiyor filan.

Tabiki de öyle bir mekan değil. Uzattım elimi, memur parmaklarımı ayırarak bir bir küçük scan makinesine koydu. Tam o sırada dövmemi gördü ve muhabbet başladı.

M- Dövmemi o
L- Evet
M- Ne yazıyor
L- (Hah başladık işte)Özel birşey
M- Devlet sırrı mı?
L- (O sırada "Kıçını tekmelerim aynasız" yazıyor desem dedim ama tabiki de vazgeçtim, adam da işini yapıyor ne yapsın)Eşimle aramızda özel bir şey dedim
M- Haaaa...Pardon
L- ......(Scan eden aletin sesi ve parmaklarımın bir o yana bir bu yana bastırılışının devam edişi)
M- Nece yazıyor
L- (Hiç elfçe, Yüzüklerin efendisi bilmemne karıştırmadan)Latince yazıyor dedim.
M- Ha Latinceeee, Gerçek mi, deri altında mı?
L- Evet.
Bir başka memur geldi diğerinin yanına,
M2- Ne o??
M- Dövme
M2- Haaa ne yazıyor?
L- Eşimle aramızda özel bir şey
M2- Haaa romantik olaylar keh keh keh.
L- Evet bu yüzden asla boşanamam.
M2- (Anlamsız bakış)
M- Arapça gibi de sanki, şu harf Arapça değil mi?
L- Yok.

Parmakların hepsi bitti, muhabbetten kurtuldum. Artık pasaport, ehliyet, silah ruhsatına başvururken parmak izi de gerekiyormuş. Faydalı aslında, ama işin daha çok başındayız gibi.

1 Eylül 2009 Salı

Ses efekti yaratma

Yıllardır aramızda yaparız bu efektleri sizlerle de paylaşiyim, yenilerini bulalım.

Aşmış kılıç ustasının düşmanı inanılmaz hızla doğrama efekti - Nastassja Kinski (nastasssyakinskihhh diye hızlıca okuyun.)

Merdivenden yuvarlanma efekti - Double Dragon (dA-BılDırAagon)

Kızgın tavaya yumurta kırma efekti - Kaçın kurası (Kaçınkurasıııhhhhh)

Kızgın yağa patates atma efekti - Şans (Şansshhh)

Yüksekten yere düşme efekti - Dumbledore (DambılDorrrr)

Samuray kılıcı, ani kesme efekti - Faşist (Faşisttttt)

Cam kırılma efekti - English (İnnGilişşşşş)

Yüksekten suya atlayıp göbek üstü çakılma - Sütlaç (Sütt-Laçççhh)

Helikopterin pervanesi dönerken direğe çarpıyor - Pata pata pata - Pon! (Patapon ne?Bu nasıl bir ses? diyenler, Patapon oyununun videosunu izleyiniz)

Soğuk rüzgar esme efekti - Vezüv (Vezüüüüüvv)

Yankı yapan bir mekanda silah patlaması - Deklanşör (Dek-lan-şörhhh)

Boksörlerin yumruk yedikçe çıkardığı ses - Obua (Obuahh)

Suya bombalama atlama efekti - Götlek (GöthlekkhHh)

Potaya basma ve potanın tuzla buz olması - Smashing Pumpkins (simeşinkpampkinsssss)

Aklıma geldikçe eklerim daha, sizin de aklınıza gelenler olursa yazın mutlaka.

Quicksave, quickload.

Quicksave olsun quickload olsun, oyunlarda çok sevdiğim faideli özelliklerdir. Fakat malesef bazen bu özellikler bir drama dönüşebiliyor. Yanlış yerde yapılan quicksave veya quickload, bir anda kale duvarlarında aşağı dökülen kızgın yağda duş alma etkisi yaratabiliyor.

Geçen gün Fallout 3'e kaldığım yerden devam etme kararı alıp tekrar oynamaya başladım ve hastası oldum. Fallout 1 ve 2 hayranı olarak "3 boyutlu fallout mu olur pöh" filan derken ve oyun daha çıkmadan tavır alan ben, şimdi rüyamda bile Ghoul'ların, Super Mutant'ların kafasından crit vurarak patlatıyorum. Bloody Mess FTW!



Herneyse, tam bir grup zorlu Super Mutant'ı harcamışım,(Heroes'daki tırışka Mutantlardan değil, "Save the Cheerleader Save the World"müş pöh, lame) quicksave'e bastığım anda CUCUVVŞŞŞŞ!!! diye ağır çekim havaya uçmam bir oldu. Lanet Mutant ölmeden el bombası sallamış, o gürültüde duymamışım tabi. Quickload'a her basışımda daha hareket edemeden dötümde patlayan el bombası ile kendimi havalarda uçarken bulup Dumbledore!!! efekti ile yere düşüyorum. En son yapılan normal save noktasına dönmekten başka çare yok...10 dakika öncesine yani >_<. QS, QL(anladın sen onu) hastalıktır bende, bir tane fazla kurşun sıkıyim oyunlarda, aman hemen quickload yaparım, boşa gitmesin mühimmat. Sonra oyunun sonuna gelirim, bitiririm bir bakarım elimde kullanmadığım onlarca silah, kurşun, medpack vs.

Bunun tam tersi de olabiliyor, tam en zorlu yerini geçmişsin oyunun, QS ediyim derken QL edersin bi bakmışssın daha dövüşe yeni başlıyorsun.

QS/QL'u olmayan oyuna tavır alırım.

Gerçek hayatta da keşke olsa şu QS, QL. Uçurumdan atlamadan QS yaparsın, sonra atlarsın tam yere çakılırken QL yaparsın hop tekrar tepedesin, adrenalin rush. Tabi dalgınlıkla aşağı atladıktan sonra QS yaparsan deyme keyfine, sürekli QL yapıp havada kaldığın süre boyunca yaşayacaksın. F9, F9, F9........

Kirsten Dunst Harajuku'da

Kirsten Dunst, Harajuku bölgesinde görülmüş. Kıyafet biraz fazla sallama olmuş ama kendisi eğleniyor gibi duruyor. Orada ne yapıyor bilmiyorum ama bir yerlerde müzik klibi çekimi filan gibi bir yazı görmüştüm. Hesionka ile kafaya koyduk, bir gün biz de mutlaka gideceğiz oraya.


 
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...