Geçen aylarda bilimkurgu kısa öykü yarışması düzenlenmişti. Çok detaya girmeyeceğim, sadece dereceye giremeyen öykümü burada paylaşmak istedim. Önemli olan katılmak, bir şeyler yaratmış olmak diyoruz ve devam ediyoruz:)
SADECE BİR İŞ
Elinden düşen bardağın halı kaplı yüzeyde çıkardığı tok ses ile, rüyasında içinde bulunduğu kayığın ahşap iskeleye çarpıp durma sesini bağdaştırarak uyandı Khlear. Temiz, düzenli ama kasvetli odasında olduğunu anlaması neredeyse aynı anda gerçekleşti.
Ayağa kalktı ve elinden düşürdüğü bardağı almak için eğildiğinde kaslarının tutulduğunu ve sızladığını hissetti. “Ayna” dedi ve döndüğü tarafın duvarında beliren ekrandan kendine baktı. Aslında berbat bir halde olduğunu aynanın sessiz itirafında görmesine gerek yoktu, vücudunun sızlaması ve dudaklarındaki kurumuş kanın tadı ile bunun çoktan farkındaydı.
Banyoya ilerlerken masanın üzerinden aldığı kumandayla televizyonu açtı. Gramafon 2000’li yılların başında neyse, televizyon da bu dönemde aynı durumdaydı. Nadir bulunan, mevcut enerji ağı ile çalıştırılıp yayın alınabilmesi için ciddi bir programlama ve biraz da eski teknoloji bilgisi gerektiren bir aygıttı. Khlear’ın televizyonu da onun bu yetenekleri sayesinde çalışabiliyordu. Her tarafından kablolar sarkan ve enerji sistemine bağlanabilmesi için bir kaç ara parça kullanılmış eski teknoloji yığınıydı. Ama Khlear, her ne kadar birebir yaşamamış da olsa eskiye özlem duyan insanlardandı. Devrin televizyonu olan hologram görüntüleri izlemek yerine led ile aydınlatılmış televizyonu tercih ediyordu.
Banyoya girdi ve duşun ayarını üç dakika sıcak ve iki dakika soğuk olarak ayarladı. Bir yandan kulağı televizyondaki yayında, duşun altında üzerine akan temizleyici buharın rahatlatıcı etkisiyle öylece durdu. Su kaynaklarının azlığı nedeniyle sadece buhar ile, hane başına haftada beşer dakikalık üç duş alma izni vardı. Ayrıcalıklı kesim para ile, kanunların kendileri için eğilmesini sağlayarak bunu yediye kadar çıkartabiliyordu, ama orta ve düşük seviyedeki insanlar için üç bile bir lükstü.
Duşun bitmesine yakın televizyonda bir tartışma programı başladı. Havlusunu beline sararak duştan çıktı ve yeni bir içki koyarak ayakta televizyona bakmaya başladı. İki kişi, daha yayının başından harareti artan bir tartışmaya girmişti.
-Dr. Snhark, sayborgların insan ırkına daha iyi hizmet etmesi için daha insancıl hale getirilmesi gerektiğini her zaman savunacağım ve bundan asla vazgeçmeyeceğim.
-Size katıldığım noktalar var ama bahsettiğiniz duygusal olmasının yanı sıra, anıları ve düşünceleri de olabilecek sayborglar… Peki, kendisini insan sanan bir sayborgun aldığı emirlere sürekli olarak itaat etmesini nasıl beklersiniz?
-Onları yaratacak olan biziz, her türlü düşünce ve duygularına istediğimiz zaman gem vuracak bir mekanizma geliştirebiliriz.
-Bu sadece bir teori, bu kadar yüksek yapay zekaya sahip bir makinayı ehlileştirmek zor, eğer ehlileştirmek istiyorsanız da bu tarz bir geliştirme yapmanın bir anlamı yok.
-Dr. Snhark, ordu şimdiden bu tarz bir geliştirme üzerinde çalışıyor zaten.
-Dr. Charn, ordu bir çok şey üzerinde çalışıyor ve bunların bir çoğu ya savaş, ya da istihbarat için. Bazıları ise, teknoloji karşıtı tarikatların uydurması.
Saatine baktı ve gece yarısını geçtiğini farkedince şaşırdı. Bir gün önce yaşadığı mücadele sonrasında çok derin bir uykuya dalmıştı. Mücadeleyi ancak duş sonrasında hatırlamaya başladı.
Yine her zamanki gibi bir siber korsanı yakalamak için alt kademe insanların yaşadığı tehlikeli kenar mahallelerdeydi. Normal bir insan bu sokaklara adım atmaya korkarken, o hayatını burada yaşayan tehlikeli insanları avlayarak kazanıyordu.
Adamı bir kredi makinasının belleğini kırmaya çalışırken, iş üstünde yakaladı. Adam onu görür görmez Khlear’ın ne için orada olduğunu anladı ve kaçmaya başladı. Sokaklardaki kısa kovalamaca sonrasında adam, bir köşeyi döner dönmez, yakalanacağını anladı ve köşeye sıkışmış bir hayvan gibi dönüp saldırdı. Ölü veya diri olarak aranan adam için tek kaçış şansı şiddete başvurmaktı. Khlear’ın bir anlık duraksamasından yararlanan adamın elindeki muşta ağzında patladı. Sıcak kanın metalik tadı sinirini bozdu ve adama olanca gücüyle geri saldırdı. Adamın gözlerinde gördüğü korku ile iyice kendine güveni arttı ve onu yere serene kadar yumrukladı. Nefes nefese ayağa kalkarken adamın iki elini havaya kaldırmış şekilde sessiz yakarışına baktı. “Sadece bir iş” diye mırıldanarak, adamı bacağındaki kılıftan çıkardığı silah ile vurdu. Silahın sesi boş ara sokakta yankılanırken, onu öldürmeden önce neden böyle deme gereği duyduğunu düşündü. Sonrasında hatırladığı tek şey odasında uyandığıydı.
Üzerini giyinirken arka odada yanıp sönen ve odayı aydınlatan mavi ışığı farketti. “Yeni bir iş”. Odaya girdi ve hologram bilgisayar ekranında dönen, ve yanıp sönen yeni işini gördü. Kapşonu olan ve yüzü yarıya kadar bir maske ile kapalı bir surat. Koyu mavi ve derin gözler. Sadece bir adres ve yüzü belli olmayan bir hedef.
Nedensizce saate tekrar baktı ve yağmur sonrası ıslanmış sokaklara adım attı. Yağan temiz bir yağmur suyu değildi, asidik etkisi de olan, lanetlenmiş bir serpintiydi sadece. Yine de yerdeki birikintilerin sokakların ışıklarını yansıtması ortamı daha da bir aydınlık ve çekilebilir gösteriyordu. Böyle bir manzaradan haz alıyor olmasını alkolün etkisine vurdu.
Aradığı sokağa yaklaşırken silahını kontrol etti. Hiç tutukluk yapmamış olsa da bunu alışkanlık haline getirmişti. Elli metre sonra bir köşeyi döndü ve karşısına çıkan eski ama sağlam görünümlü gri binanın aradığı yer olduğunu anladı. Bina, çıkmaz sokağın sonunda, girişi iki tarafında yığılmış metal atıklar ile yarı yarıya blokelenmiş şekilde ve rahatsız edici bir sessizlikle oradaydı. Kapıya önden yaklaşmanın tehlikeli olabileceğini düşündü ve başka giriş olup olmadığını anlamak için bir arka sokağa geçti. Binanın sadece tek girişi olduğunu anlayınca, tekrar geldiği yere döndü. Başka çaresi olmadığı için kapıya yaklaştı. Kilidi bloke eden metal yığınlarını ayıklayarak kilide ulaştı. Cebinden çıkardığı otomatik maymuncuğu çıkardı ve kilide yerleştirdi. 20 saniye kadar sonra kilitten bir sinyal sesi geldi ve kapı içeriye doğru ani bir hareketle yarıya kadar açıldı.
İçeri ilk adımını attığında içgüdüsel olarak izlendiğini biliyordu, ama başka çaresi de yoktu. Karanlık koridora girdiğinde, çizmelerinin karanlık sensörü çalıştı ve solgun ışığın yardımıyla dikkatle ilerlemeye başladı. Hava ağır ve nemliydi. Bir süre sonra dik ve dönerek aşağı inen bir merdivene geldi. Aşağı doğru indikçe ortamın daha da ısındığını farketti. Binanın, şehir ısıtma sistemi merkezlerinden biri olduğunu anladı. Otomatik olarak çalışan bu binalarda insan bulunmazdı. “Kaçaklar için iyi bir gizlenme yeri” diye düşündü.
Merdiven bittiğinde içerisi daha karanlıktı. Duvarlarda sadece ısıtma sisteminin ışıkları bir yanıp bir sönüyordu. Bir anda tüm ışıklar yanınca, silahını çekerek içgüdüsel olarak yere çömeldi.
Tam karşısında, yaklaşık beş metre ileride kısa boylu birisi duruyordu. Kapüşon, maske, mavi gözler… Aradığı kişi buradaydı, tam karşısında.
Önce kapüşonu sonra maskeyi açtı, renk pigmentleri ile oynanarak gri ve pembeye döndürülmüş kısa saçı, derin ve neredeyse boş bakan mavi gözlerle karşısında duran bir kız çocuktu. En fazla onbeş yaşındaydı.
-“Dün zor bir gündü, bu işi çabuk bitirmek istiyorum, ellerini kaldır!” dedi Khlear, ve bu cümleyi söylerken aynı anda odaya, gelebilecek tehlikelere karşı hızlıca bir göz attı. Yerde eski tip bir hologram bilgisayar, üzerine yatıldığında bile yerin sertliğini hissettirecek incelikte bir döşek, kirli bir bardak ve şişe, bir sırt çantası ve döşeğin dayalı olduğu duvarda bir fotoğraf vardı. Bir kadın fotoğrafı, gülümsemeyen ama sevgi dolu bir yüzü olan bir kadın.
-“Beni teslim edeceksen öldür!” dedi çocuk, korkmayan bir ses tonuyla.
-“İlk defa bu işi yapan bir çocukla karşılaşıyorum, sabrımı zorlama.” dedi Khlear. -“Burada ne işin var, senin ailenin yanında olman gerekiyor, bu işlere nasıl bulaştın?”
-“Sence bir ailem olsa, böyle iğrenç bir yerde tek başıma yaşar mıydım? Kafan yavaş çalışıyor sanırım.” dedi çocuk. Khlear’ın aklına duvardaki kadın fotoğrafı geldi ama sormadı. Aslında çok bile konuşmuştu, hedef karşısındaydı ve ölü olarak isteniyordu, tereddüt etmesi anlamsızdı.
-“Pekala sabrımı taşırdın.” dedi silahı indirip çocuğa doğru attığı ilk adımda bastığı yerin ne olduğunu, boğuk bir klik sesinden sonra idrak etti. “Tuzak” kelimesi ağzından istemsizce çıkarken, sağ tarafındaki duvarda gizli silahın patladığını duydu, aynı anda hızla döndü ve kurşun sağ kulağını koparttı.
Şaşkınlığı, kopan kulağı yere düşene kadar sürdü, hızla ayağa fırladığında çocuğun silahını ona doğrulttuğunu gördü ve neredeyse aynı anda göğsünde patlayan kurşunla geldiği merdivene kadar geri uçtu.
Yaşamın içinden aktığını hissederken, çocuk başına geldi ve ona tepeden baktı, “Merhametsiz gözler” diye düşündü Khlear. Kız yarım bir gülümseme ile “Hah! Lanet olası bir sayborg… İnsan olsaydın seni vurduğum için pişman olabilirdim” dedi, Khlear duyduklarına bir anlam vermeye çalışırken, kız konuşmaya devam etti. “Sadece yaşamak istiyorum, sense para, tabi başkası için”. Khlear anlamadı, ağzına dolan kanı köpürterek, “Sadece bir iş” dedi. Çocuk arkasını döndü ve kapüşonunu kapattı, Khlear’dan uzaklaşırken görüntüsü bulanıklaştı ve kayboldu.
Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu, konuşmalar duyduğunu fark etti ama göremiyordu. Denizin sesini duyuyordu. Gözleri biraz daha görmeye başladığında gece olduğunu anladı.
-Bu hurdayı nerede buldun Drin?
-Kapısı açık bir ısı santrali gördüğünü söyleyen bir arkadaşım vardı. İçeride değerli bir şeyler olabileceğini düşündüm.
-Kahrolası oralara girmek yasak bilmiyor musun? Seni avlayabilirlerdi!
-Hayatımı kazanmak zorundayım Bvor, bunu benden iyi biliyorsun. İki seçenek var, ya tehlikeyi göze almak ya da açlıktan ölmek. Her neyse, karlı bir gece oldu. Sahibi de birazdan gelir.
-Onu şu efsane siber korsan ufaklığın hakladığını söylüyorlar. Sayborgları yetişkin adamlar bile çok zor haklayabiliyorken bir çocuk… pek inandırıcı gelmedi. Her kim yaptıysa yaptı, umurumda bile değil, bu sayborg bir avcıymış, hani şu zengin ödül avcılarının kendileri için çalıştırdıkları sayborglardan…
-“Pek başarılı olmamış ama.” dedi Bvor. Küçümseyen bir gülümseme ile yerde yatan yığını ayağı ile dürttü.
Bvor, yakından bakmak için Khreal’in üzerine eğildi ve şaşırarak geri çekildi. –“Lanet şey hala canlı!”
Drin “Sadece görebiliyor, gözleri açık ama hareket edemez, yardım et de şunu kayığa koyalım. Tanrıların laneti! Ne kadar ağır.”
Khlear duyduğu hiç bir şeyi anlamlandıramıyordu, ta ki kaldırıldığında kafası önüne düşüp göğsünü görene kadar. Sentetik deri yanmış ve içinden makine parçaları devreler sarkıyordu. Olanlara inanamasa da her şey ortadaydı, bir sayborg. Tüm hayatı bir yalandı, anlamsızdı, planlanmıştı.
Üçüncü bir kişinin sesini duydu, kayığa yaklaşan adamı Drin ve Bvor saygıyla selamladı.
-“Benim gelmemi beklemeden onu geri dönüşüm merkezine göndermeyi düşünmüyordunuz herhalde?” dedi adam.
Drin -“Hayır efendim elbette, ondan almak istediğiniz parçayı almadan asla yollamazdık”
-“Güzel, yoksa kredileri de unuturdunuz” Adam kayığa eğildi ve Khlear’a duygusuzca baktı. Adamda Khlear’a kendini hatırlatan bir şeyler vardı, yüzü kendisini andırıyordu.
“Lanet olası avcılık lisansı için ordunun saçma denemelerini sayborglarıma takmaktan sürekli kayıp yaşıyorum, bu kaçıncı oldu!” Khlear adamın kendisi ile konuştuğunu sandı ama adam daha çok tamir işine odaklanmış bir usta gibi Khlear’ın göğsünü inceliyordu. Uzandı ve elini Khlear’ın göğsündeki delikten soktu, sol tarafa doğru elini döndürdü ve “İşte burada” diyerek bir parça söktü. O anda Khlear tüm bildiği gerçekleri, doğruları unutmuş gibi hissetti, uzun sure kendini inandırdığı bir yalanın bir anda yüzüne vurulması gibi anlatılmaz bir his.
Adam parçayı eliyle ışığa doğru tuttu. İçinde minik partiküllerin yüzdüğü, sarı renk, hafifçe kendiliğinden parlayan ve altından minik devreler sarkan saydam bir küreydi. “İşte bu dostum” Khlear bu sefer adamın kendi ile konuştuğunu anladı, “Sana eski teknoloji televizyonu sevdiğini sandıran, sana dayak yiyince acı çekmeni söyleyen, tad almanı sağlayan, sana tereddüt ettiren ve en önemlisi, ölmesi gereken hedef hakkında seni yanıltan parça. Seni güya insanlaştıran parça. Ne kadar başarılı olduğunu gördük, bana para kaybettirdi, seni de hurdaya gönderdi.” “Böyle bir devirde insanlığa kimin ihtiyacı var?”.
Adam tekrar Khlear’ın göğsüne elini soktu ve bir parça daha söktü. “Artık enerjiye de ihtiyacın yok, belki bu parçadan biraz para kazanırım. Yedek gücün kayık karşı kıyıya gidene kadar dayanır.” dedi ve ayağa kalktı.
“Kayığı gönderebilirsiniz.” Dedi, elindeki parçayı inceleyerek arkasını döndü ve uzaklaştı. Kayığın gittiği yeri Khlear çok iyi biliyordu. Sayborg atık dönüşüm merkezi. Sadece hastalıklı ve az zamanı kalmış insanların çalışmak isteyeceği ve orada öldüğü korkunç şartlarda bir yer. Kıyıya gelen kayıklarla geri dönüşüme gönderilen sayborgların da son durağı.
Khlear kayığın küçük dalgaların üzerinden bir aşağı bir yukarı çıkarak gittiğini hissetti. Kayığın otomatik motoru hiç ses çıkartmıyordu, sadece kayığın gövdesine vuran küçük dalgaların şapırtısı duyuluyordu. Tepesinde akan bulutlu ve kirli gökyüzünün arasından bir kaç yıldızı seçebildi. Kayık ahşap iskeleye çarpıp durunca çıkan tok ses, Khlear’ın duyduğu son şey oldu, “Sadece bir iş” diye düşünürken karanlık etrafa hakim oldu.
3 yorum:
Merhaba,
Çok kısa yorumları paylaşmak isterim; Robotların kendini insan zannetmesi konusu bilimkurguda çok popüler ve defalarca kez işlenmiş bir konu. Ancak zannetmeyin ki bunu işlediniz diye eleştiriyorum. Yeni bir şey bulmak, hiç işlenmemiş bir fikri yakalamak çok zor, her hikaye, her kitap birbirinden besleniyor zaten. Ancak hikayede eksik olan şey eski konuyu farklı bir bakış açısıyla anlatabilmek. BK okumamış birine ilginç gelebilir ama okumuş biri için sonu tahmin edilebilir. Bence şahsen kızın android çıkması ve onun üzerine yaşanabilecek olaylar hikayeyi farklı yöne çekip ilgiyi artırabilirdi.
Başlangıç için dil ve hikaye akışında çok sıkıntı yok. Hikaye düzgün ama yeni bir şey vermiyor insana.
Sevgiler,
Müge
@Mugene
Değerli yorumun için teşekkür ederim. Okunması biraz daha rahat olan şeyleri sevdiğim için bu yazdığıma da yansımış sanırım. Çok işlenen bir konu ama dediğim gibi kendi zevkime göre yazmışım onu anladım. Hiç işlenmemiş bir konu da vardı aklımda ama 2000 kelimeye sığdırmak, o konuyu harcamak gibi olacaktı. Fırsat bulursam onu da bir ara yazarım:D tekrar teşekkürler
Ya ben de birkaç birşey eklemek istiyorum. Başlangıç olarak hikaye gerçekten çok güzel olmuş. Evet klasik bir konu ama güzel işlenmiş. Fakat benim sorunum isimlerle. Yani gelecekte tabi ki yeni isimlee türeyebilir ama çoğu isim hala değişmeden kalır. Örneğin John ismi binleece yıldır kullanılıyor ve bugün bile hala kulağa batan bir isim değil. Khlear gibi isimler kullanınca okuyucu kendini o evrenden uzak hisseder, bağdaştırmakta zorlanır. O tarz isimler mesela bizim dünyamızla bağlantısı olmayan fantastik evrenlerde veya Star Wars gibi bilimkurgularda daha iyi durur. Bir de ayrı bir tavsiye gelecekte büyük bir ihtimalle dünya globalleşecek, ülke sınırları bulanıklaşacak. O yüzden değişik etnik kökenden isimler kullanırsanız hikaye daha inandırıcı olur.
Elinize sağlık,
Ege
Yorum Gönder